Soru Sor
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Veba Konusu
Camus adı çoğu okur için Yabancı romanıyla özdeşleşir. Ancak yazarın en önemli yapıtı aslında "Veba"dır. Keskin bir gözlem gücünün desteklediği arı bir bilinçle Veba, yalnızca çağımızın değil, tüm insanlık tarihinin ortak bir sorununa değinir: Felaketin yazgıya dönüşmesi.
Camus'nün hiçbir yapıtında böyle acı bir yazgı, böylesine şiirsel bir dille ele alınmamıştır. "Veba", insanın ve ışığın şiiridir. Bu şiirde renkler alabildiğine koyu, ancak yazarın sesi o denli umut doludur. Beklenmedik bir boyuta ulaşan veba salgını tüm Oranlıları ilkin umutsuzluğa boğar, ardından Doktor Rieux, Tarron ve Grand'ın gösterdikleri dayanışma örneği, başta yetkililer olmak üzere herkese bir güç ve umut kaynağı olur...
`Veba' , Oran kentinde başlayan veba salgınına karşı insanın mücadelesini konu alır. Rahip Paneloux vebayı insanların işledikleri günahların bedeli olarak görür, hak edilen bir ceza olarak yorumlar. Tanrısız Dr. Rieux ise, bir kötülük olarak kabul ettiği vebayla savaşılması gerektiğini düşünür. Bir hümanist ve ahlakçı olarak karşımıza çıkar. O ve arkadaşları dayanışma içinde vebayla savaşır ve başarılı olurlar. Ancak Dr. Rieux, bu başarının geçici olduğunu, vebanın bir gün tekrar ortaya çıkacağını bilir. Ve bir şeyin daha bilincindedir yaşadığımız sürece kötülükle savaşmamız gerektiğinin.
VEBA'yı okumuş birinin yorumları
Albert Camus’un Veba’yı okudum, (Camus’un hemen belirtiyim en beğendiğim romanı Yabancıdır. Nihilst bir adamın başından geçenleri anlatıyor)
Veba bir çeşit makyavelist (makyavelist bakış açısı amaç için herşey meşrudur değildir) bakış açısı ile yazılmıştır. Albert Camus’un geleneksel, dünyanın saçmalığı ve yaşamın anlamsızlığını romanlarında kahramanları aracılığıyla canlandırması bu romanda yoktur. Vebanın Cezayirde yaşanması ile Cezayir’in Fransız sömürgesi olması arasında bir bağ vardır. Camus romanda halkın vebayı kabullenmesi ve onunla mücadele etmesi ile Cezayirlerin Fransa’yı işgalci olarak anlamaları bu gerçeği görmelerini ve onlarla mücadele etmelerini sembolize etmiştir. Kaderi yenmek ve toplumun özgürleşmesi konusunda önemli bir yapıttır. Romanda vebaya karşı savaşanlar Fransa’da Cezayirdeki işgale karşı çıkan siyasi grupları temsil etmektedir. Vebada korkunç totaliter bir rejimi sembolize etmektedir.
Romanın kahramanı Dr. Rieux diye hatırlıyorum, ilk önce herkeste rastlanılan hastalığın adını veba olduğunu söyler topluma veba ile mücadele etmeleri için vebanın varlığını vebanın varlığını kabul etmelerini gerektiğini söyler. Dr Rieux, elinden geldiğince veba ile mücadele eder bunu tüm yetkililere duyurmaya çalışır. Çözümler üretir. Onun bu çalışmasını farkeden bir gazeteci Dr Rieux’u kahraman ilan eder. Dr.Rieux, kahramanlıkla ilgisinin olmadığını söyler, O’na göre yapılanlar erdemli insanların yapması gereken şeylerdir. Romanın en can alıcı noktası Dürüstlük nedir diye sorulan soruya 'işimi yapmaktır' demesidir. “her durumda insan sağlığını korumak ve yaşatmak”. Romanın önemi bu noktadan kaynaklanmaktadır.
VEBA'yı okuyan başka birinin yorumları ve anlatışı
La Peste (Veba) - Albert Camus
Roman, Fransızca, Gallimard 1964
247 Sayfa
bir frankofon olmaya ilk adımı attıktan hemen sonra bir sahaftan edindiğim bu kitap çok uzun süre "öncelikli okunacaklar" rafında okunmadan durdu. sonra bu yaz "madem her konuda ahkam kesmeye meraklıyız; ahkamlarımız desteksiz olmasın, bu konuda da birinci elden söyleyeceklerimiz olsun, hemi de dost meclislerinde sorulduğunda 'okumadım, fikrim yok' cevabını vermek suretiyle yüzümüz kızarmasın," diyerek giriştim. harfleri mercekle okumayı gerektirecek kadar küçük olan bu cep kitabı (frenkler livr dö poş der) başta beni epey bir zorladı; zira ilk bölümlerde konu çok yavaş ilerliyordu, bir de yazarın kullandığı resmiyete kaçan eski dilin alaycılığında okurla arasına mesafe koyan bir eğreti durma hali var gibiydi. neyse biraz süründükten sonra öyle bir kaptırdım ki romanda anlatılanı gerçek yaşam, kendi gündelik hayatımı kurguymuş gibi algılamaya başladım. olayların bir türlü ilerlememesi, mucize olasılıklarının göz bile kırpmaması çok gerçekçiydi. belki de bu yüzden "tamam okudum da ne oldu? nereye vardım?" dedim bir ara kendi kendime. sonra bir baktım ki olmadık yerlerde bu kitabı referans gösteren birtakım çıkarımlarla konuşmaya başlamışım. işte o zaman etkisinin büyük coşku patlamaları şeklinde değil de daha içe işleyen türde olduğunu anladım.
olay(lar) cezayir'deki kendi halinde bir şehir olan oran'da geçer. burası o kadar sıradan bir şehirdir ki roman boyunca ne şehrin ne de orada yaşayan insanların bir özelliği öne çıkar. veba salgınının belirtileri gittikçe artan sayıda farenin ortalık yerlerde ölü bulunmasıyla başlar. sonra insanlarda da belirtiler görülmeye başlar ve çok kısa süre içinde çok sayıda insan ölür. ama bu salgının adını koymak için gösterilen tıbbi ve bürokratik çabayla uzun bir süre geçer. neden sonra bütün şehrin karantinaya alınması insanların hayatında bir dönüm noktası oluşturur. bu duruma gösterilen tepkiler de farklı farklıdır. bir yandan kıyamet senaryolarıyla insanların bu cezayı hak ettiklerini vaaz eden ateşli bir peder; diğer yandan herşeyin sonuna geldiklerini düşünerek kendilerini eğlenceye vuran çoğunluk; başka bir yandan da bu hastalığın aşılması için ellerinden geleni yapan, hastalara yardım etmek için çıpınan küçük bir gönüllü grubu. bütün bu süreci, salgının başından beri aktif bir rol oynayan, buna karşılık gözlemlerini aşırı tarafsız bir gözle aktaran dr. rieux'nün yazdıklarından takip ederiz. ara sıra, bir ziyaret için gelmişken karantina dolayısıyla orada mahsur kalan ve sonrasında sağlık görevlilerine yardım için küçük çaplı bir gönüllü oluşumuna öncülük eden tarrou'nun günlüklerinden de alıntılar yapılır. bütün bu anlatılanlardan veba salgınının yanı sıra anlatıcılarımızla yakın ilişki içinde olan bazı kişilerin hikayelerini de öğreniriz. joseph grand belediyede küçük bir memur olarak çalışan ve boş zamanlarında hayatının romanını yazmaya çalışan yaşlı bir adamdır; salgın boyunca istatistik hesapları yaparak kahramanlarımıza yardımcı olur. salgın öncesinde huzursuz haliyle bir şeyden kaçıyormuş izlenimi veren, hatta intihara kalkışmış olan cottard, vebayla birlikte rahatlayıp pür neşe dolaşmaya başlar ve bu durumu herkesin eşitlenmesi sonucunda onun kanundan kaçmasının bir önemi kalmadığını söyleyerek açıklar, hatta vebaya övgüler düzer. gene dışarıdan gelmiş olan gazeteci rambert ise mahsur kalma sonucunda özellikle sevgilisinden ayrı kaldığı için bunalıma girerek oran'ndan çıkmak için önce meşru sonra da gayrı meşru bütün yolları dener. bütün bu kişilerle tek tek ilişki halinde olan dr. rieux çevresindeki herkese karşı sonsuz anlayışlı ve hastalık karşısında da sınırsız bir tevekkül içindedir; kendini tüketircesine hastadan hastaya koşar, bir yandan da hastalığın ilerlemesini durduracak bir aşı arayışı içindedir. fakat bütün çabalar boşa çıkar ve ölü sayısıyla birlikte kentte yaşayanların umutsuzluğu da artar. dış dünyadan kopukluk da sürekli ölüm fikriyle yaşamak da kanıksanmış gibidir. insanlar neredeyse tepkisizlik olarak tanımlanabilecek bir duygulanım bozukluğu içindedirler. sonra birden hiçbir neden yokken bazı hastalar tedaviye olumlu tepki verip iyileşmeye başlarlar, uzun bir aradan sonra kentte görülen ilk fare sevinçle karşılanır. ve veba geldiği gibi anlaşılmaz bir şekilde gider.
camus'nün amacı baştan çetrefilli bir olay örgüsüyle suspense yaratmak olmadığı için olanları özetlemekte bir beis görmedim. zira kitapta olanlardan çok bu tecrit sürecinin ne tür duygularla yaşandığı anlatılmış. derin bir ontolojik sorgulama da eksik değil. ama yazar bunu okurun gözüne sokmadan yapmayı tercih etmiş. düşüncelerden çok duygulara hitap eden ama çaktırmadan feci sert olan bir tarz söz konusu. o yüzden kitaplıkların bir ara okunacaklar rafında dursa, oradan da arada bir göz atılacaklar rafına geçse iyi olur.
CAMUS VE “VEBA”
Her ne kadar bu kitap bir şehrin başına gelen ölümcül veba felaketini anlatsa da, aslında buradaki asıl konu, insan varoluşunun sınırlarını anlamak ve kabul etmektir. Bu bize absürd özgürlüğümüzü hatırlatır, işte bu özgürlük hayattaki kararlarımızın temelidir, özellikle de ölümle karşı karşıya kalındığında...
“Veba” , boğucu bir atmosferde geçer; her insanın içinde yaşadığı “tehdit ve sürgün “ dolu bir atmosfer. Hikaye okuyucuya Dr. Rieaux'nun günlüğünden okunur; yaşamın ve ölümün hikayesi...Aslında burada Camus daha çok 2. Dünya Savaşı’yla ilgilenmektedir, bu boğucu tehdit dolu atmosfer savaş sırasında doruğa ulaşmıştır.
“Veba”daki ana karakterler , vebanın saltanatına izin veremeyeceklerinin bilincindedirler. Bir gün Rieux’nun gözleri önünde ölen çocuk, acının ne kadar işe yaramaz olduğunu gözler önüne serer;
“grimsi bir çamur maske kadar kaskatı, küçük yüzünde, dudakları aralandı ve onlardan uzun, aralıksız bir çığlık yükseldi, zorlukla soluğuyla değişen, semti acımasız ve içerlemiş bir protestoyla dolduran bir çığlık; çocukça bir çığlıktan çok orada acı çekenlerin tümünün kolektif haykırışı...”
Bu kitaptan bahsederken “Sisyphus Efsanesi”nden bahsetmeden olmaz. “Sisyphus Efsanesi”nde, Camus absürdün sonucu olarak özgürlük, başkaldırı ve tutkuyu gösterir. “Veba”da ise bu düşüncelerin yaşama uyarlanmış hali gelir karşımıza.Absürd hayatların içine anlamsızca düşen bir salgın hastalık, halkı kaderlerine başkaldırmaya zorlar. Ancak çoğunluk bu kavgada yere düşecektir. Sonuna kadar ayakta kalabilen, tutkuyla yaşama sarılan Dr.Rieux olacaktır.
Bunun yanında “Sisyphus Efsanesi”nde bahsi geçen ve “Veba”da karşımıza çıkan intihar kavramı vardır. İntiharın tersi, ölüme mahkumiyettir der Camus. “Veba”da da karantinaya alınan Oran şehrinde yaşayanlar, aslında ölüme mahkum edilmişlerdir.
“Sisyphus Efsanesi”nde Camus özetle şöyle der; birey hergün anlamsızca aynı işleri tekrar eder. Her gün araba, iş, öğle paydosu, tekrar iş, tekrar araba, ev, yemek, uyku...Haftanın beş günü. İşin komiği, bu kimsenin garibine gitmez. Ama bir gün, birey kafasını kaldırır; “neden” der. “Veba”da , “neden” sorusu, fareler şehre ölüm dağıtmaya başladıktan sonra ortaya çıkar. Ve “herşey başlar”.
Camus der ki, birey bir diğerinin kaderinin absürdlüğünü kabullenmelidir. Absürd insan, absürd hayatı için harcadığı bireysel çabayla, bildiğini bilerek, günden güne yenilenen bilinç dolu isyanlarla, tek gerçeğini ispatlar; o da başkaldırıdır(“Sisyphus Efsanesi”). “Veba”da Dr.Rieux başkaldıran tek bireydir. Rieux, “Sisyphus Efsanesi”nde adı geçen “etin isyanı”nı yaşar her gün yenileri öldükçe. Ve bilir bu acının yeni bir şey olmadığını; bu acı sürüp gelen aynı acıdır.
Bütün bunlardan sonra, absürd ne demektir, biraz yakından incelemekte yarar vardır. Camus için absürd, yaşamın tek dayanak noktasıdır; rahatsız bir duygu, bunun da ötesinde yaşamı algılamanın başlangıcı olan bir çelişki hissi...Bütün bu absürd kavramı içinde Tanrı lafı hiç geçmez. Tanrı, ya da kutsal olan, beni ilgilendirmez der Camus, onsuz da bu absürd yaşamda yolumu bulabilirim. Kutsallık kavramı, evrensel bir mantık ve yönün bulunmayışıyla ilişkilendirilmiştir. Ona göre insan yeryüzüne fırlatılmış atılmıştır; sonuç ise ölümdür, yalın ve basit. Camus şöyle der: “Absürd, mantıksızlık hissiyle, insanın derinliklerinde yankılanan berraklığın bastıran arzusunun karşılaşmasıdır.” Absürd, amaçtan yoksun bir evrende peşinden koşulan anlamdır ve varoluşu sorgulamanın başlangıcıdır. İnsan hayatının ağırlığının ve garipliğinin sorumlusu işte bu absürd duygusudur.
Sartre M. hakkında şöyle der; “Onun kahramanı ne iyidi ne kötü , ne ahlaklıydı ne ahlaksız. O böyle kategorilere girmiyor. O, yazarın “absürd” kelimesini uygun bulduğu türün bir üyesi...Absürd aynı zamanda bazı insanların sahip olduğu açık bir biliçlilik hali...”
Umudun ve özgürlüğün Camus’nün düşüncelerindeki önemi büyüktür. Yaşamanın en büyük zevk ve ayrıcalık olduğunu söyler Camus. “En saf zevk, hissetmek ve bu dünyada hissetmektir” der. Ancak bunu söylerken yaşamın bir anlamının olmadığını iddia eder. Ama bunu söylerken hayatın yaşamaya değmeyeceğini ima etmez. Maddi dünyanın bir anlamı yoktur der, insanın kendisi dışındaki evrene belli bir düzen ve anlam yükleme isteği ve mantıksız nostaljisine karşın. Mantıksızla karşılaşma, özlem dolu birey ve kayıtsız evren, absürd kavramını ortaya çıkarır. “Absürd, insan ihtiyaçlarının dünyanın anlaşılamaz sükuneti ile karşılaşmasından doğar.” Camus’den başka bir alıntı da şöyle der; “Absürd ne insandadır ne de dünyada, ikisinin birden varlığındadır...onları birleştiren yegane bağdır." Absürd bireyin istemesi gereken de sadece bilinenle yaşamak ve kesin olmayan şeylerden uzak olmaktır. Bunun anlamı şudur; tek bildiğim varolduğum, dünyanın varolduğu ve benim ölümlü olduğumdur. Sisyphus’tan bir alıntı da bu düşünceyi güçlendirir: “içimdeki kalbi hissedebiliyorum, aynı zamanda varolduğunu biliyorum. Aynı şekilde dokunabildiğim bu dünyanın varolduğunu biliyorum. İşte burada benim tüm bildiklerim biter ve gerisi sadece kurgudur.”
Daha çok Sisyphus’ta geçen bu düşünceler, “Yabancı”’da da hissediliir ama okuyucunun kafasında oluşanlar absürd yaşam ve bireysel karar verme özgürlüğüdür, bireysel varoluş ikinci planda kalır.
ROMAN HAKKINDA BAŞKA BİR OKURSEVERİN YORUMLARI VE ROMANIN ANA FİKRİNİ ANLATIŞI
VEBA
Veba: Hasta sıçanlardan insanlara geçen bir mikrobun oluşturduğu bulaşıcı, öldürücü bir hastalık. Bu, vebanın yalnızca sözlük karşılığı. Camus'nün Veba'sı ölümle biten bir hastalık olmanın çok ötesinde. Veba, insanların hayatlarını, dünya görüşlerini, ilgilerini, ilişkilerini, düşüncelerini, yaşadığına dair insanda ipucu bırakan her şeyi değiştirebilecek güçte bir hastalık şekline bürünüyor. Önemli olan artık iradedir, tedavinin önüne insanın vebadan kurtulmayı gerçekten isteyip istemediği geçmiştir.
Olay Cezayir kıyılarındaki Oran da geçiyor. Sıkıcı, durgun şehir Oran. Oran'ı her zamanki ilkbaharlardan farklı bir ilkbahar, farklı bir yaz, farklı bir kış bekliyor. 194.. lı yıllar ve mevsimler bile vebalı bu dönemde. Doktor Bernard Rieux. Vebayı ilk hisseden ve ona karşı mücadele eden en güçlü insanlardan. Fareler yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başlıyor ve kısa sürede şehir fare leşleriyle baş edemez hale geliyor. Hastalığın belirtileri ise her gün daha fazla insanda kendini gösteriyor. Veba teşhisi zor da olsa konuluyor ve şehrin dış dünyayla bağlantısı kesiliyor. Hastalık o çok sancılı varlığını sürdürürken serin geçmesi dilenen bir yaz geliyor. Ama dilekler, dilek olmaktan çıkıp hayatın içinde yer bulamayıp ayakta kalıyor. Vebaysa yaz güneşiyle işine devam ediyor.
Veba da bir hastalığın insan ruhuna etkilerini acı veren yönleriyle görüyoruz; kentin kapıları kapatılıyor, artık şehrin içindekiler ve dışındakiler kavramları da girmiştir romana. Sevgililerin arasına da veba! Oran'ın vebayla tanıştığı ilk günlerde sadece kendini, kendi mutluluğunu düşünen Rambert'ın da hayatına anlam katan şeyler değişmiştir. Sevgilisine kavuşabilmek için şehirden çıkmanın onca yolunu deneyip sonunda başarabilecekken vebayla savaşmayı tercih eden bir karakter Rambert.
Veba Oranlılar'a bir şeyi daha öğretmiştir: ölüme alışmayı. İnsan doğar, yaşar, ölür üçlemesi kulağa ne kadar mantıklı gelse de hayatımızdan birilerinin çıkması, elimizde hüzün kalmasına engel değil. Birileri ölür ve biz hep üzülürüz. Ama tehlikeli hasta Oran da bu da değişti. Önceleri büyük sıkıntı veren veba ölümleri, sayıları arttıkça ölümü bile sıradanlaştırmayı başardı. Sıradanlık hafızayı zayıflaştırır. Varlığını siluet şeklinde sürdürmek gibi... Ölen insanlar ya da sırasını bekleyenler artık daha çabuk unutulur. İçerdekiler birbirine dışardakiler de içerdekilere kayıtsızlaşır. Unutulmaksa belleğin kaçınılmaz intikamıdır. Çünkü unutmak, aklın oynadığı oyundur deyip kestirip atılamayacak kadar ciddidir durum. Unutulmanın ardından acı gelir ve umudu da yanlarına alıp giderler. Kenttekiler zaman ilerledikçe yalnızlaşırlar. Ne olacak sorusu her yerde yankılanırken, insanlar ölümü düşünmez olmuşlardır. Sadece ölümü değil hiçbir şeyi düşünmüyorlardır. Veba, uzun pardesösü, beyaz atkısı ve elinde tabancasıyla hayatları ele geçirmiştir. İşin kötüsü artık kenttekiler de unutulduklarının farkındadırlar.
Bugün bunların sonucunda açıkça şu görülüyordu; felaketlerin en korkuncunda bile kimsenin kendinden başkasını sahiden düşünebilmesine imkan yoktu. Çünkü birisini gerçekten düşünmek, o insanı her dakika, hiçbir şey tarafından rahatsız edilmeden, ne ev işleri, ne uçan sineklerle ne yemeklerle ne de kaşınmakla meşgul olmaksızın düşünmekle olur. Fakat sinekler her zaman uçuşur ve insan kaşınmadan duramaz. İşte bunun için hayatı yaşamak güçtür. Ve bu insanlar da bunu iyice biliyordur.
Veba, yaklaşık üç yüz sayfa boyunca en ince ayrıntılarıyla, insanı Oran'daymışçasına üzerek devam ediyor. Ölen çocuklar, buna karşı veryansınlar, çaresizlik, mücadele, umutsuzluk, yalnızlık, korku, ölüm... Bir şehri ve insanlarını hakimiyetine alan, düzeni kendine göre yeniden kuran bir hastalığın beraberinde neler getirip neler götürdüğünü, yaşamı gölgesinde bırakıp artık ben varım deyişine tüm kasvetiyle tanık oluyoruz Veba'da. Camus'nün diğer eserlerinde saçmacılık daha ön plandayken Veba'nın genelinde kendini var eden bu görüş yerini mutlu sona bırakıyor ve veba Oran'ı yanına kattığı binlerce hayatla nihayet terkediyor. Tabi bu roman kahramanlarının şaşırtıcı sabrı, direnişi, fedakarlıklarıyla sağlanıyor. Vebayla yapılan soğuk savaşı sıcak sevgiliye tercih etmekle... Diğer hayatları önemsemekle... Fanusu kırıp hayata karışmakla. Veba gidip huzur yeniden Oran'a yaklaşıyor belki ama yazarımız tarzını su yüzüne çıkaryp, eşsiz kurgusuyla mutlulukta oynama payını yadsımıyor:
Şehirden yükselen coşkun sevinç seslerini dinlerken Rieux, bu sevincin her zaman tehdit altında bulunduğunu düşünüyordu. Çünkü kendini sevince kaptırmış halkın bir şeyden haberi olmadığını ve kitaplarda okunduğu gibi veba mikrobunun ne öldüğünü ne de kaybolduğunu, sayısız yıllar boyunca mobilyalarda ve çamaşırlarda uykuya dalabileceğini, odalarda, mahzenlerde, sandıklarda, mendillerde, eski kağıtlarda sabırla bekleyebileceğini ve zamanı gelince bir gün insanları yola getirmek ve felaketlerine sebep olmak için vebanın farelerini uykularından kaldırıp, mutlu bir şehre ölmeye gönderebileceğini biliyordu.
Ölüm ve hayat. Birbirlerinin yokluğunu dolduran muhteşem ikili. Romanda baskın olan ölüm belki ama zafer yaşamın. Ölümün teslim olduğu sonucu çıkmasın buradan. Sadece periyodunu değiştirip daha az uğruyor eşinin yanına. Bize de vebanın seyrini izlemek ve Oran'ı sonunda azat etmesinin keyfini sürmekten başka bir şey kalmıyor. Tabi okurunun hayatındaki veba sözcüğünü sözlük anlamının dışına taşıması dışında...
Tarih: 2016-03-02 01:56:37 Kategori: Sözlük
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Albert Camus Veba Kitabı Tahlili Nedir
Camus adı çoğu okur için Yabancı romanıyla özdeşleşir. Ancak yazarın en önemli yapıtı aslında "Veba"dır. Keskin bir gözlem gücünün desteklediği arı bir bilinçle Veba, yalnızca çağımızın değil, tüm insanlık tarihinin ortak bir sorununa değinir: Felaketin yazgıya dönüşmesi.
Camus'nün hiçbir yapıtında böyle acı bir yazgı, böylesine şiirsel bir dille ele alınmamıştır. "Veba", insanın ve ışığın şiiridir. Bu şiirde renkler alabildiğine koyu, ancak yazarın sesi o denli umut doludur. Beklenmedik bir boyuta ulaşan veba salgını tüm Oranlıları ilkin umutsuzluğa boğar, ardından Doktor Rieux, Tarron ve Grand'ın gösterdikleri dayanışma örneği, başta yetkililer olmak üzere herkese bir güç ve umut kaynağı olur...
`Veba' , Oran kentinde başlayan veba salgınına karşı insanın mücadelesini konu alır. Rahip Paneloux vebayı insanların işledikleri günahların bedeli olarak görür, hak edilen bir ceza olarak yorumlar. Tanrısız Dr. Rieux ise, bir kötülük olarak kabul ettiği vebayla savaşılması gerektiğini düşünür. Bir hümanist ve ahlakçı olarak karşımıza çıkar. O ve arkadaşları dayanışma içinde vebayla savaşır ve başarılı olurlar. Ancak Dr. Rieux, bu başarının geçici olduğunu, vebanın bir gün tekrar ortaya çıkacağını bilir. Ve bir şeyin daha bilincindedir yaşadığımız sürece kötülükle savaşmamız gerektiğinin.
VEBA'yı okumuş birinin yorumları
Albert Camus’un Veba’yı okudum, (Camus’un hemen belirtiyim en beğendiğim romanı Yabancıdır. Nihilst bir adamın başından geçenleri anlatıyor)
Veba bir çeşit makyavelist (makyavelist bakış açısı amaç için herşey meşrudur değildir) bakış açısı ile yazılmıştır. Albert Camus’un geleneksel, dünyanın saçmalığı ve yaşamın anlamsızlığını romanlarında kahramanları aracılığıyla canlandırması bu romanda yoktur. Vebanın Cezayirde yaşanması ile Cezayir’in Fransız sömürgesi olması arasında bir bağ vardır. Camus romanda halkın vebayı kabullenmesi ve onunla mücadele etmesi ile Cezayirlerin Fransa’yı işgalci olarak anlamaları bu gerçeği görmelerini ve onlarla mücadele etmelerini sembolize etmiştir. Kaderi yenmek ve toplumun özgürleşmesi konusunda önemli bir yapıttır. Romanda vebaya karşı savaşanlar Fransa’da Cezayirdeki işgale karşı çıkan siyasi grupları temsil etmektedir. Vebada korkunç totaliter bir rejimi sembolize etmektedir.
Romanın kahramanı Dr. Rieux diye hatırlıyorum, ilk önce herkeste rastlanılan hastalığın adını veba olduğunu söyler topluma veba ile mücadele etmeleri için vebanın varlığını vebanın varlığını kabul etmelerini gerektiğini söyler. Dr Rieux, elinden geldiğince veba ile mücadele eder bunu tüm yetkililere duyurmaya çalışır. Çözümler üretir. Onun bu çalışmasını farkeden bir gazeteci Dr Rieux’u kahraman ilan eder. Dr.Rieux, kahramanlıkla ilgisinin olmadığını söyler, O’na göre yapılanlar erdemli insanların yapması gereken şeylerdir. Romanın en can alıcı noktası Dürüstlük nedir diye sorulan soruya 'işimi yapmaktır' demesidir. “her durumda insan sağlığını korumak ve yaşatmak”. Romanın önemi bu noktadan kaynaklanmaktadır.
VEBA'yı okuyan başka birinin yorumları ve anlatışı
La Peste (Veba) - Albert Camus
Roman, Fransızca, Gallimard 1964
247 Sayfa
bir frankofon olmaya ilk adımı attıktan hemen sonra bir sahaftan edindiğim bu kitap çok uzun süre "öncelikli okunacaklar" rafında okunmadan durdu. sonra bu yaz "madem her konuda ahkam kesmeye meraklıyız; ahkamlarımız desteksiz olmasın, bu konuda da birinci elden söyleyeceklerimiz olsun, hemi de dost meclislerinde sorulduğunda 'okumadım, fikrim yok' cevabını vermek suretiyle yüzümüz kızarmasın," diyerek giriştim. harfleri mercekle okumayı gerektirecek kadar küçük olan bu cep kitabı (frenkler livr dö poş der) başta beni epey bir zorladı; zira ilk bölümlerde konu çok yavaş ilerliyordu, bir de yazarın kullandığı resmiyete kaçan eski dilin alaycılığında okurla arasına mesafe koyan bir eğreti durma hali var gibiydi. neyse biraz süründükten sonra öyle bir kaptırdım ki romanda anlatılanı gerçek yaşam, kendi gündelik hayatımı kurguymuş gibi algılamaya başladım. olayların bir türlü ilerlememesi, mucize olasılıklarının göz bile kırpmaması çok gerçekçiydi. belki de bu yüzden "tamam okudum da ne oldu? nereye vardım?" dedim bir ara kendi kendime. sonra bir baktım ki olmadık yerlerde bu kitabı referans gösteren birtakım çıkarımlarla konuşmaya başlamışım. işte o zaman etkisinin büyük coşku patlamaları şeklinde değil de daha içe işleyen türde olduğunu anladım.
olay(lar) cezayir'deki kendi halinde bir şehir olan oran'da geçer. burası o kadar sıradan bir şehirdir ki roman boyunca ne şehrin ne de orada yaşayan insanların bir özelliği öne çıkar. veba salgınının belirtileri gittikçe artan sayıda farenin ortalık yerlerde ölü bulunmasıyla başlar. sonra insanlarda da belirtiler görülmeye başlar ve çok kısa süre içinde çok sayıda insan ölür. ama bu salgının adını koymak için gösterilen tıbbi ve bürokratik çabayla uzun bir süre geçer. neden sonra bütün şehrin karantinaya alınması insanların hayatında bir dönüm noktası oluşturur. bu duruma gösterilen tepkiler de farklı farklıdır. bir yandan kıyamet senaryolarıyla insanların bu cezayı hak ettiklerini vaaz eden ateşli bir peder; diğer yandan herşeyin sonuna geldiklerini düşünerek kendilerini eğlenceye vuran çoğunluk; başka bir yandan da bu hastalığın aşılması için ellerinden geleni yapan, hastalara yardım etmek için çıpınan küçük bir gönüllü grubu. bütün bu süreci, salgının başından beri aktif bir rol oynayan, buna karşılık gözlemlerini aşırı tarafsız bir gözle aktaran dr. rieux'nün yazdıklarından takip ederiz. ara sıra, bir ziyaret için gelmişken karantina dolayısıyla orada mahsur kalan ve sonrasında sağlık görevlilerine yardım için küçük çaplı bir gönüllü oluşumuna öncülük eden tarrou'nun günlüklerinden de alıntılar yapılır. bütün bu anlatılanlardan veba salgınının yanı sıra anlatıcılarımızla yakın ilişki içinde olan bazı kişilerin hikayelerini de öğreniriz. joseph grand belediyede küçük bir memur olarak çalışan ve boş zamanlarında hayatının romanını yazmaya çalışan yaşlı bir adamdır; salgın boyunca istatistik hesapları yaparak kahramanlarımıza yardımcı olur. salgın öncesinde huzursuz haliyle bir şeyden kaçıyormuş izlenimi veren, hatta intihara kalkışmış olan cottard, vebayla birlikte rahatlayıp pür neşe dolaşmaya başlar ve bu durumu herkesin eşitlenmesi sonucunda onun kanundan kaçmasının bir önemi kalmadığını söyleyerek açıklar, hatta vebaya övgüler düzer. gene dışarıdan gelmiş olan gazeteci rambert ise mahsur kalma sonucunda özellikle sevgilisinden ayrı kaldığı için bunalıma girerek oran'ndan çıkmak için önce meşru sonra da gayrı meşru bütün yolları dener. bütün bu kişilerle tek tek ilişki halinde olan dr. rieux çevresindeki herkese karşı sonsuz anlayışlı ve hastalık karşısında da sınırsız bir tevekkül içindedir; kendini tüketircesine hastadan hastaya koşar, bir yandan da hastalığın ilerlemesini durduracak bir aşı arayışı içindedir. fakat bütün çabalar boşa çıkar ve ölü sayısıyla birlikte kentte yaşayanların umutsuzluğu da artar. dış dünyadan kopukluk da sürekli ölüm fikriyle yaşamak da kanıksanmış gibidir. insanlar neredeyse tepkisizlik olarak tanımlanabilecek bir duygulanım bozukluğu içindedirler. sonra birden hiçbir neden yokken bazı hastalar tedaviye olumlu tepki verip iyileşmeye başlarlar, uzun bir aradan sonra kentte görülen ilk fare sevinçle karşılanır. ve veba geldiği gibi anlaşılmaz bir şekilde gider.
camus'nün amacı baştan çetrefilli bir olay örgüsüyle suspense yaratmak olmadığı için olanları özetlemekte bir beis görmedim. zira kitapta olanlardan çok bu tecrit sürecinin ne tür duygularla yaşandığı anlatılmış. derin bir ontolojik sorgulama da eksik değil. ama yazar bunu okurun gözüne sokmadan yapmayı tercih etmiş. düşüncelerden çok duygulara hitap eden ama çaktırmadan feci sert olan bir tarz söz konusu. o yüzden kitaplıkların bir ara okunacaklar rafında dursa, oradan da arada bir göz atılacaklar rafına geçse iyi olur.
CAMUS VE “VEBA”
Her ne kadar bu kitap bir şehrin başına gelen ölümcül veba felaketini anlatsa da, aslında buradaki asıl konu, insan varoluşunun sınırlarını anlamak ve kabul etmektir. Bu bize absürd özgürlüğümüzü hatırlatır, işte bu özgürlük hayattaki kararlarımızın temelidir, özellikle de ölümle karşı karşıya kalındığında...
“Veba” , boğucu bir atmosferde geçer; her insanın içinde yaşadığı “tehdit ve sürgün “ dolu bir atmosfer. Hikaye okuyucuya Dr. Rieaux'nun günlüğünden okunur; yaşamın ve ölümün hikayesi...Aslında burada Camus daha çok 2. Dünya Savaşı’yla ilgilenmektedir, bu boğucu tehdit dolu atmosfer savaş sırasında doruğa ulaşmıştır.
“Veba”daki ana karakterler , vebanın saltanatına izin veremeyeceklerinin bilincindedirler. Bir gün Rieux’nun gözleri önünde ölen çocuk, acının ne kadar işe yaramaz olduğunu gözler önüne serer;
“grimsi bir çamur maske kadar kaskatı, küçük yüzünde, dudakları aralandı ve onlardan uzun, aralıksız bir çığlık yükseldi, zorlukla soluğuyla değişen, semti acımasız ve içerlemiş bir protestoyla dolduran bir çığlık; çocukça bir çığlıktan çok orada acı çekenlerin tümünün kolektif haykırışı...”
Bu kitaptan bahsederken “Sisyphus Efsanesi”nden bahsetmeden olmaz. “Sisyphus Efsanesi”nde, Camus absürdün sonucu olarak özgürlük, başkaldırı ve tutkuyu gösterir. “Veba”da ise bu düşüncelerin yaşama uyarlanmış hali gelir karşımıza.Absürd hayatların içine anlamsızca düşen bir salgın hastalık, halkı kaderlerine başkaldırmaya zorlar. Ancak çoğunluk bu kavgada yere düşecektir. Sonuna kadar ayakta kalabilen, tutkuyla yaşama sarılan Dr.Rieux olacaktır.
Bunun yanında “Sisyphus Efsanesi”nde bahsi geçen ve “Veba”da karşımıza çıkan intihar kavramı vardır. İntiharın tersi, ölüme mahkumiyettir der Camus. “Veba”da da karantinaya alınan Oran şehrinde yaşayanlar, aslında ölüme mahkum edilmişlerdir.
“Sisyphus Efsanesi”nde Camus özetle şöyle der; birey hergün anlamsızca aynı işleri tekrar eder. Her gün araba, iş, öğle paydosu, tekrar iş, tekrar araba, ev, yemek, uyku...Haftanın beş günü. İşin komiği, bu kimsenin garibine gitmez. Ama bir gün, birey kafasını kaldırır; “neden” der. “Veba”da , “neden” sorusu, fareler şehre ölüm dağıtmaya başladıktan sonra ortaya çıkar. Ve “herşey başlar”.
Camus der ki, birey bir diğerinin kaderinin absürdlüğünü kabullenmelidir. Absürd insan, absürd hayatı için harcadığı bireysel çabayla, bildiğini bilerek, günden güne yenilenen bilinç dolu isyanlarla, tek gerçeğini ispatlar; o da başkaldırıdır(“Sisyphus Efsanesi”). “Veba”da Dr.Rieux başkaldıran tek bireydir. Rieux, “Sisyphus Efsanesi”nde adı geçen “etin isyanı”nı yaşar her gün yenileri öldükçe. Ve bilir bu acının yeni bir şey olmadığını; bu acı sürüp gelen aynı acıdır.
Bütün bunlardan sonra, absürd ne demektir, biraz yakından incelemekte yarar vardır. Camus için absürd, yaşamın tek dayanak noktasıdır; rahatsız bir duygu, bunun da ötesinde yaşamı algılamanın başlangıcı olan bir çelişki hissi...Bütün bu absürd kavramı içinde Tanrı lafı hiç geçmez. Tanrı, ya da kutsal olan, beni ilgilendirmez der Camus, onsuz da bu absürd yaşamda yolumu bulabilirim. Kutsallık kavramı, evrensel bir mantık ve yönün bulunmayışıyla ilişkilendirilmiştir. Ona göre insan yeryüzüne fırlatılmış atılmıştır; sonuç ise ölümdür, yalın ve basit. Camus şöyle der: “Absürd, mantıksızlık hissiyle, insanın derinliklerinde yankılanan berraklığın bastıran arzusunun karşılaşmasıdır.” Absürd, amaçtan yoksun bir evrende peşinden koşulan anlamdır ve varoluşu sorgulamanın başlangıcıdır. İnsan hayatının ağırlığının ve garipliğinin sorumlusu işte bu absürd duygusudur.
Sartre M. hakkında şöyle der; “Onun kahramanı ne iyidi ne kötü , ne ahlaklıydı ne ahlaksız. O böyle kategorilere girmiyor. O, yazarın “absürd” kelimesini uygun bulduğu türün bir üyesi...Absürd aynı zamanda bazı insanların sahip olduğu açık bir biliçlilik hali...”
Umudun ve özgürlüğün Camus’nün düşüncelerindeki önemi büyüktür. Yaşamanın en büyük zevk ve ayrıcalık olduğunu söyler Camus. “En saf zevk, hissetmek ve bu dünyada hissetmektir” der. Ancak bunu söylerken yaşamın bir anlamının olmadığını iddia eder. Ama bunu söylerken hayatın yaşamaya değmeyeceğini ima etmez. Maddi dünyanın bir anlamı yoktur der, insanın kendisi dışındaki evrene belli bir düzen ve anlam yükleme isteği ve mantıksız nostaljisine karşın. Mantıksızla karşılaşma, özlem dolu birey ve kayıtsız evren, absürd kavramını ortaya çıkarır. “Absürd, insan ihtiyaçlarının dünyanın anlaşılamaz sükuneti ile karşılaşmasından doğar.” Camus’den başka bir alıntı da şöyle der; “Absürd ne insandadır ne de dünyada, ikisinin birden varlığındadır...onları birleştiren yegane bağdır." Absürd bireyin istemesi gereken de sadece bilinenle yaşamak ve kesin olmayan şeylerden uzak olmaktır. Bunun anlamı şudur; tek bildiğim varolduğum, dünyanın varolduğu ve benim ölümlü olduğumdur. Sisyphus’tan bir alıntı da bu düşünceyi güçlendirir: “içimdeki kalbi hissedebiliyorum, aynı zamanda varolduğunu biliyorum. Aynı şekilde dokunabildiğim bu dünyanın varolduğunu biliyorum. İşte burada benim tüm bildiklerim biter ve gerisi sadece kurgudur.”
Daha çok Sisyphus’ta geçen bu düşünceler, “Yabancı”’da da hissediliir ama okuyucunun kafasında oluşanlar absürd yaşam ve bireysel karar verme özgürlüğüdür, bireysel varoluş ikinci planda kalır.
ROMAN HAKKINDA BAŞKA BİR OKURSEVERİN YORUMLARI VE ROMANIN ANA FİKRİNİ ANLATIŞI
VEBA
Veba: Hasta sıçanlardan insanlara geçen bir mikrobun oluşturduğu bulaşıcı, öldürücü bir hastalık. Bu, vebanın yalnızca sözlük karşılığı. Camus'nün Veba'sı ölümle biten bir hastalık olmanın çok ötesinde. Veba, insanların hayatlarını, dünya görüşlerini, ilgilerini, ilişkilerini, düşüncelerini, yaşadığına dair insanda ipucu bırakan her şeyi değiştirebilecek güçte bir hastalık şekline bürünüyor. Önemli olan artık iradedir, tedavinin önüne insanın vebadan kurtulmayı gerçekten isteyip istemediği geçmiştir.
Olay Cezayir kıyılarındaki Oran da geçiyor. Sıkıcı, durgun şehir Oran. Oran'ı her zamanki ilkbaharlardan farklı bir ilkbahar, farklı bir yaz, farklı bir kış bekliyor. 194.. lı yıllar ve mevsimler bile vebalı bu dönemde. Doktor Bernard Rieux. Vebayı ilk hisseden ve ona karşı mücadele eden en güçlü insanlardan. Fareler yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başlıyor ve kısa sürede şehir fare leşleriyle baş edemez hale geliyor. Hastalığın belirtileri ise her gün daha fazla insanda kendini gösteriyor. Veba teşhisi zor da olsa konuluyor ve şehrin dış dünyayla bağlantısı kesiliyor. Hastalık o çok sancılı varlığını sürdürürken serin geçmesi dilenen bir yaz geliyor. Ama dilekler, dilek olmaktan çıkıp hayatın içinde yer bulamayıp ayakta kalıyor. Vebaysa yaz güneşiyle işine devam ediyor.
Veba da bir hastalığın insan ruhuna etkilerini acı veren yönleriyle görüyoruz; kentin kapıları kapatılıyor, artık şehrin içindekiler ve dışındakiler kavramları da girmiştir romana. Sevgililerin arasına da veba! Oran'ın vebayla tanıştığı ilk günlerde sadece kendini, kendi mutluluğunu düşünen Rambert'ın da hayatına anlam katan şeyler değişmiştir. Sevgilisine kavuşabilmek için şehirden çıkmanın onca yolunu deneyip sonunda başarabilecekken vebayla savaşmayı tercih eden bir karakter Rambert.
Veba Oranlılar'a bir şeyi daha öğretmiştir: ölüme alışmayı. İnsan doğar, yaşar, ölür üçlemesi kulağa ne kadar mantıklı gelse de hayatımızdan birilerinin çıkması, elimizde hüzün kalmasına engel değil. Birileri ölür ve biz hep üzülürüz. Ama tehlikeli hasta Oran da bu da değişti. Önceleri büyük sıkıntı veren veba ölümleri, sayıları arttıkça ölümü bile sıradanlaştırmayı başardı. Sıradanlık hafızayı zayıflaştırır. Varlığını siluet şeklinde sürdürmek gibi... Ölen insanlar ya da sırasını bekleyenler artık daha çabuk unutulur. İçerdekiler birbirine dışardakiler de içerdekilere kayıtsızlaşır. Unutulmaksa belleğin kaçınılmaz intikamıdır. Çünkü unutmak, aklın oynadığı oyundur deyip kestirip atılamayacak kadar ciddidir durum. Unutulmanın ardından acı gelir ve umudu da yanlarına alıp giderler. Kenttekiler zaman ilerledikçe yalnızlaşırlar. Ne olacak sorusu her yerde yankılanırken, insanlar ölümü düşünmez olmuşlardır. Sadece ölümü değil hiçbir şeyi düşünmüyorlardır. Veba, uzun pardesösü, beyaz atkısı ve elinde tabancasıyla hayatları ele geçirmiştir. İşin kötüsü artık kenttekiler de unutulduklarının farkındadırlar.
Bugün bunların sonucunda açıkça şu görülüyordu; felaketlerin en korkuncunda bile kimsenin kendinden başkasını sahiden düşünebilmesine imkan yoktu. Çünkü birisini gerçekten düşünmek, o insanı her dakika, hiçbir şey tarafından rahatsız edilmeden, ne ev işleri, ne uçan sineklerle ne yemeklerle ne de kaşınmakla meşgul olmaksızın düşünmekle olur. Fakat sinekler her zaman uçuşur ve insan kaşınmadan duramaz. İşte bunun için hayatı yaşamak güçtür. Ve bu insanlar da bunu iyice biliyordur.
Veba, yaklaşık üç yüz sayfa boyunca en ince ayrıntılarıyla, insanı Oran'daymışçasına üzerek devam ediyor. Ölen çocuklar, buna karşı veryansınlar, çaresizlik, mücadele, umutsuzluk, yalnızlık, korku, ölüm... Bir şehri ve insanlarını hakimiyetine alan, düzeni kendine göre yeniden kuran bir hastalığın beraberinde neler getirip neler götürdüğünü, yaşamı gölgesinde bırakıp artık ben varım deyişine tüm kasvetiyle tanık oluyoruz Veba'da. Camus'nün diğer eserlerinde saçmacılık daha ön plandayken Veba'nın genelinde kendini var eden bu görüş yerini mutlu sona bırakıyor ve veba Oran'ı yanına kattığı binlerce hayatla nihayet terkediyor. Tabi bu roman kahramanlarının şaşırtıcı sabrı, direnişi, fedakarlıklarıyla sağlanıyor. Vebayla yapılan soğuk savaşı sıcak sevgiliye tercih etmekle... Diğer hayatları önemsemekle... Fanusu kırıp hayata karışmakla. Veba gidip huzur yeniden Oran'a yaklaşıyor belki ama yazarımız tarzını su yüzüne çıkaryp, eşsiz kurgusuyla mutlulukta oynama payını yadsımıyor:
Şehirden yükselen coşkun sevinç seslerini dinlerken Rieux, bu sevincin her zaman tehdit altında bulunduğunu düşünüyordu. Çünkü kendini sevince kaptırmış halkın bir şeyden haberi olmadığını ve kitaplarda okunduğu gibi veba mikrobunun ne öldüğünü ne de kaybolduğunu, sayısız yıllar boyunca mobilyalarda ve çamaşırlarda uykuya dalabileceğini, odalarda, mahzenlerde, sandıklarda, mendillerde, eski kağıtlarda sabırla bekleyebileceğini ve zamanı gelince bir gün insanları yola getirmek ve felaketlerine sebep olmak için vebanın farelerini uykularından kaldırıp, mutlu bir şehre ölmeye gönderebileceğini biliyordu.
Ölüm ve hayat. Birbirlerinin yokluğunu dolduran muhteşem ikili. Romanda baskın olan ölüm belki ama zafer yaşamın. Ölümün teslim olduğu sonucu çıkmasın buradan. Sadece periyodunu değiştirip daha az uğruyor eşinin yanına. Bize de vebanın seyrini izlemek ve Oran'ı sonunda azat etmesinin keyfini sürmekten başka bir şey kalmıyor. Tabi okurunun hayatındaki veba sözcüğünü sözlük anlamının dışına taşıması dışında...
Tarih: 2016-03-02 01:56:37 Kategori: Sözlük
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Yorum Yapx